Quantcast
Channel: Medeniyet ve Kültür Araştırmaları Merkezi » Nejat Birecik
Viewing all articles
Browse latest Browse all 6

“Sanat Kurulu Meselesinde Müsademe-i Efkardan Barika-i Hakikat Çıkarmak” Yazar: Nejat Birecik

$
0
0

Fikirlerin çarpışmasından gerçeğin şimşeği ortaya çıkar anlamına gelen bu aforizma çok sevilmiş çok tutulmuştur. O kadar ki herkesin diline olmasına rağmen kime ait olduğu bile unutulmuştur. Bir rivayete göre Namık Kemal’in derler. Söz güzel olunca sahibini aşıyor elbette.

Bu söze, bir miktar eleştirel baktığımızda güzelliğine rağmen bazı sorunları olduğunu görürüz. Bir kere içinde, fikirlerin kıvılcım çıkarma kabiliyetine sahip somut bir nesne olduğu kabulü var. Fikrin biri çakmak taşı diğeri demir gibi. Biraz daha yükselterek anlam yüklenirse belki eksi artı yüklü bulutlar gibi. Bulut veya çakmak veya taş hangisi kabul edilirse edilsin sonuçta fikirlerin soyutluğunun somut nesnelerle açıklanmaya çalışılması bir indirgemedir. Gerçeğin şimşeğinin elde edilmesi de gerçeği anlık ve geçici bir aydınlanmaya indirgemek olur.

Bunların sözün ifade ettiği medeniyet algısının yanında hiç önemi yoktur. Çünkü sözdeki asıl amaç olan “çatışma” hatasıyla sevabıyla bir medeniyetin üzerine oturduğu ana tabla hükmündedir. Bizler de bu tabanın üzerinde yaşamaktan dolayı az veya çok bunun tahrip gücü yüksek etkisinden nasiplenmiş bireyler olmak durumundayız. Bu yüzden her sorunu çatışarak çözebileceğimize dair bir çıkış noktamız var. Nasıl olmasın ki “barış silahsız yapılan uzun savaştır” diyen ve hatta varoluşun gizemini tez, anti tez, sentez diyerek açıklayan insanların kurduğu bir dünyada yaşamak zorundayız.

Küçük büyük bütün sorunlar, bütün açmazlar, bütün düzenlemeler bu paradigmanın üzerine oturtulduğunda “elinde çekiçten başka araç olmayanların bütün sorunları çivi gibi görmesi” kaçınılmaz sonuç olarak ortaya çıkar. Mesela, sanat kurulu yasa tasarısıyla ilgili süreç bu duruma örnek olarak gösterebilir.

Son günlerin manşetleri istila eden bütün olağanüstü gelişmelerine rağmen bize göre gündemin en önemli maddesi sanat kurulu yasası meselesidir. İşin seyrine baktığımızda çatışmadan hakikate ulaşma beklentisinin nasıl iyi niyetli bir çabadan öteye geçmediğini görmekteyiz.

Eğer sanat; tamamen çatışmadan doğuyor olsaydı şimdi karşımızda kitleleri yıllarca etkisi altında tutacak büyük sanat eserleri ortaya çıkması gerekirdi. Oysa durum mekam’ın güzide yazarı Volkan kardeşimizin rüya tadında yazdıkları gibi sadece hayal edilebilir düzeydedir. Hiç kimsenin inkar edemeyeceği kesinlikte bir resesyon durumundan geçmekteyiz. Bazı krizlerin büyük sanat eserlerinin doğum sancısı olduğu malumdur. Ama her zaman da böyle olmaz. Asrın felaketi 1999 depreminden sonra böyle bir durumun ortaya çıkacağı bekleniyordu. Fakat olmadı. Deprem felaketi sanatın rahmi olamadı ve fakat Pompei’nin son üç gününe yol açtı. Mevcut durumun analizine bu satırlar yetmez. Lümpenliğin şehri istila etmesinden tutun da baskın emperyal kültürün parayla birleşip aşılamayacak bir noktaya sıçramasına kadar yüzlerce sebep üzerinde kafa yormak mümkündür. Sebeplerin ne önemi ne çokluğu sonucun vahametine çare olamıyor. Sanat bütün şubeleri ve bütün alanlarıyla bir yerinde sayma hâlindedir.

Çare işi temelden çözecek bir yeni yapılanma olmalı. Sanat Kurulu Yasa Tasarısını bu yeniden yapılanmanın ilk adımı olarak görmeli. Tıpkı tulumbadan su çekmek için önceden dökülen bir miktar suya benzemektedir. Çünkü temel amaç resesyondan kurtuluş çaresini arayıp bulmaktır. Bu hassas süreçte eğer işin nasıl olacağı konusunda fikirlerin, düşüncelerin, görüşlerin ortaya koyulacağı bir ortam bulunabilirse ortaya gerçekten güzel şeyler çıkarabiliriz. Çok klişe söyleyişle bu krizi fırsata -dönüştürebiliriz.

Fakat süreç böyle ilerlemiyor. Olan bitenin özeti şudur:

Bir taraf şöyle söylüyor:

“Yeni bir düzenlemeye ihtiyaç var”

Diğer tarafın cevabı şöyle:

“Yaptırmayız!”

“Fakat bu zorunlu”

“Sanatçıyı köleleştirmeyiz!”

“Bir şeyler yapmamak mevcut durumu sürüp gitmesini istemek değil mi?”

“Taşeronlaşmaya hayır!”

“Bir yasa üzerinde çalışalım”

“Taşeronlaşmaya izin vermeyeceğiz”

“Bu yasa çıkmak zorunda”

“Taşeronlaşmaya hayır”

“Çıkacak yasada bir ortak akıl oluşturalım”

“Yakarız, yıkarız, engel oluruz, direniriz, taşeronlaşmaya izin vermeyiz!”

İşte burada ne müsademe-i efkar var ne de Barika-i hakikati bulmaya  dair en küçük bir umut. Çünkü çatışmaya değil uzlaşmaya ihtiyaç var. Kaldı ki çatışmayı ne olursa olsun, ne pahasına olursa olsun karşı çıkmaktan ibaret zannetmenin yanılgısı yerinde saymaktan daha vahim olan geri gidişe yol açabilmektedir. İşin doğrusu taşeronlaşma denilen şeyin asıl sebebi de budur. Meslek örgütleri veya sendikalar emek sermaye çatışmasında sermayenin en büyük kozu olan işsizliği görmezden geldiler. Sendikacılığı sadece iki yılda bir oturulan toplu sözleşmede ücret yükseltme talebinden ibaret zannettiler. Güçlerini istihdamı artırmaya yönelik projeler yapmak yerine kendi ihtişamlarına, kendi iktidarlarına dair kazanımlar elde etme yolunda kullandılar. İşsizlik arttıkça sermayenin gücü arttı, eli kuvvetlendi. Taşeronluk bu açmazdan doğdu.

Kavramları yeniden tarif etmeye çalışmakla işe başlamak lazım desek yolun ne kadar uzun olduğu gözümüzü korkutur. Durumu olduğu şekliyle kabullenmeye gönül razı değil.

Yazar : Nejat Birecik


Viewing all articles
Browse latest Browse all 6

Latest Images